? Kadim Hikmet Akademisi | Alanlar | Tasavvuf
HESABIM
G?R?? YAP

Ho?geldiniz! Hesab?n?za buradan giri? yapabilirsiniz.



ya da
YENİ HESAP OLUŞTUR

Bilgilerinizi girerek yeni bir hesap edinebilirsiniz.







MUHYİDDİN İBNÜ'L ARABİ - FÜSÛSU’L-HİKEM

 

Muhyiddin İbnü'l Arâbi

 

                      Milâdî 1165 yılında Endülüs'ün Mürsiye'sinde doğan ve 1240 yılında Şam’da vefat eden müellif, İslam düşünce tarihinde büyük etkileri bulunan meşhur sûfidir. Asıl adı Ebû Bekir Muhammed bin Ali’dir.

                  Sekiz yaşına kadar Mürsiye’de yaşayan İbn Arabi, ailesiyle birlikte  dönemin ilim ve irfan ehlinin bir kültür vahası haline getirdiği ve Muvahhidler'in idaresi altında bulunan İşblliye'ye/Sevilla’ya göç etti. Burada gençlik çağında içlerinde İbn Tufeyl, İbn Rüşd ve İbn Zühr gibi zamanının meşhur ilim ve fikir erbabı ile tanışma ve iletişim imkânı bulmuştur. Edindiği etkili tecrübe birikimi nihayet O’nu varlık ve kendi üzerine yeniden ve esaslı düşünmeye sevk etmiş, kendi ifadesiyle, bir manevi işaretle inzivaya çekilip kendi iç âlemindeki hazineleri ortaya çıkarmaya yöneltmiştir. Aylarca süren halvet ve riyazetlerinin neticesinde henüz 16 yaşlarında iken kendisine marifet kapıları açılmış olduğunu en büyük eseri el-Fütühat’da ifâde etmiştir.

Eserlerindeki beyanlardan ve atıflardan İbnü'l Arabi’nin, zamanının meşhur  âlimlerinden Hadis, Kur’an ve kıraat ilimlerini tedris ettiği, hikmet husûsunda kadim flozofların temel eserlerine ve Farabi ve İbn Sina’nın düşünce sistemlerine âşina olduğu, tasavvuf büyüklerinin eserlerini derinlemesine incelediği anlaşılmaktadır. Zâhirî ilimlerde yeterli derecede eğitim aldıktan sonra mânevî ilimlerde derinleşmek üzere halvet ve murâkabeye daha fazla yönelen İbnü'l Arabi’nin, seyrüsülûkunun henüz başlarında iken bazı irfanî makamlara ulaştığı kendi beyanlarından anlaşılmaktadır. Gerek zâhir gerekse bâtın ehli birçok üstattan istifâde etmiş, kendilerinden faydalandığı 300'ü aşkın kişinin mânevî hallerine ve hikmetli sözlerine yeri geldikçe eserlerinde atıfta bulunmuştur. İlk mürşidinin Ebü'l-Abbas el-Uryebî olduğu ve tahkik yoluna intisâbının Hızır ile karşılaşıp ondan hırka giymesiyle gerçekleştiği en büyük eseri olan Fütühat’da ifâde edilmiştir.

                      Zamanının İslam coğrafyasında iki kez uzunca seyahatlere çıkan, bu seyahatleri esnasında zamanının kayda değer ilim ve irfan ehlinden yüzlercesiyle yüz yüze görüşerek mütalaalarda bulunan İbnü'l Arabî, çoğu bu seyahatler esnasında olmak üzere yüzlerce eser kaleme almıştır. Şahsıyla eşleşen marifeti; Hakkı ve kendini bilmeye dâir tüm beşerî ve ilâhî ilimleri, husûsen insanlığın hikmet birikimini esastan ele alarak özgün ve sistemik bir çerçeve ile yeniden ortaya koymuş olması, dahası hal ve zevk gibi ilâhî meyvelerin hasadını her talip için zihnen ve amelen kendi imkân dairesine yerleştirmesidir.

                 Selçuklu ve Osmanlı coğrafyası ile  Mâverâü’n-nehr ve Horasan diyarları üzerindeki hususî etkisi  ümmîlerden âlimlere kadar tüm halk kitleleri üzerinde etkili ve kalıcı bir irfân hassasiyeti oluşturduğu bugüne kalan canlı kültür mirasından açıkça görülmektedir. Fütühat-ı Mekkiyye ve Füsusu’l-Hikem eserleri tarihte olduğu gibi bugün de tüm İslâm coğrafyasında husûsî okumaları yapılan başlıca eserlerdendir.

 

 

Füsûsu’l-Hikem



Türkçe’ye  “Hikmet Fasları” olarak tercüme edilebilecek bu eserin adında yer alan füsûs fas kelimesinin çoğuludur. Bu eserde her bir nebiye bir hikmet atfedilmiş olup her bir hikmet bir fas olarak işlenmiştir. Fasların toplamı, karşıladığı hikmetlerle bütünde tek bir kâmil insanın ilâhî esma yönünden hususiyetlerini ifâde etmeye hasredilmiştir. Efendimiz’in (s.a.v.) kâmilllerin ekmeli olması hasebiyle, Füsûs’da ele alınan tüm hikmetler esasen O’nu anlama ve O’na mahremiyet kesp etmeye de vesile kılınmıştır. Nitekim O, kendinden önceki nebilerin tamamının kâmil vârisi ve câmi varlığıdır. Eserin girişinde Muhyiddin İbn Arâbi’nin Efendimizi (s.a.v.) müjdeci bir rüyada gördüğünü, elinde bu eseri tuttuğunu ve kendine “Bunu al ve insanlara sun ki onunla fayda bulsunlar.” buyurduğunu, kendisinin de bu emre itaatle bu eseri telif ettiğini ifâde etmesi bu hakikatin bir yansımasıdır. İnsanların istifadesinden kasıt ise şüphesiz eserde ifâde edilen hikmetlarin okuyucunun kendi hayatında izlerini sürmesi ve onları keşf ve müşâhede ile hakikaten dirilmesidir.

Fas kelimesi yaygın olarak Arap dilinde yüzük kaşındaki tek ve büyük taşa işâreten kullanılan isimdir. Bu tek taş ona gelen tek ışığı değişik yansımalara uğratan yüzeylerinin -fasetlerinin- her birinden kendi dışına yansıtır. Bu kelime “faset” olarak Latin dillerine de geçmiştir. İbnü'l Arâbi’ye göre işte bu fasetlenmiş taş gibi, tek tek ayrı hayatları temsil eden ama aynı insaniyette bütün olan kâmil fertlerden, ilâhî esmayı temsil eden ışık, ayrı hikmetler olarak belirir. Hikmetlerin belirimlerindeki bu farklılık onları bütünden vücûd olarak ayırmaz. Öte yandan, yüzüğün takıldığı parmak elin, el kolun, kol ise ait olduğu bedenin marifetini temsil eder. Ele takılan yüzüğün kaşı olan taş, bedenin kıymetini ifade etmesine temsil yoluyla bir araç kılınır. Onun için yüzük taşları değişik renk ve ebatlarda kullanılırken eski ilimlerden astrolojiye konu olmuştur. Bazıları kimlik ve marifetlerini ifade etmede bluemarine taşını bazıları ise yakutu tercih ederler ve bu seçimlerinde burçlarını bir mesnet olarak kullanırlar. Bütün taşlar birbirlerinden değerlidir ancak kimliği temsil etmede ayırt edici özellik taşların cins ve renkleridir. O halde taşın görünüm, renk ve cinsi; bakana, onu takan kişinin taşıdığı kimlik özelliklerini, başkaca bir söze gerek olmadan yansıtma özelliğine sahip işaretlerdir. Hz. Muhyiddin de bu eserinde resul adlarını fasslar olarak almış ve adeta şöyle demiştir. Bu resuller onları seçip gönderen Cenab-ı Hak’kın kudret eline taktığı beşer yüzüğünün kaşına yerleştirdiği insan taşının fasetleri gibidir. Yüzük, beşerin varlık içinde Hak’kın kudretinin temsili olduğunu, yüzüğün taşı, Hak’kın beşeriyet içinde kendi ilâhî esmasını temsil hususunda insanı ehil kıldığını göstermektedir. Böylece taştaki fasetler ve onlardan yansıyan ışığının belirimleri de, insanlar içinde halife kılınmış nebilerin hayatlarından ilâhî esmanın görünümlerini ve hikmetlerini sembolize etmektedir. Fasslar arasındaki farklar onların hayatlarının birbirlerinden farklarıdır ve onların farklı hayatları ile inen marifetlerin birbirlerinden tefrik oluşlarını ifade eder. Hiç şüphe yok ki bu farklar onları birbirlerinden uzaklaştırmaz. Cenab-ı Hak’kın vahidiyet eline takındığı beşeriyet yüzüğünün insaniyet taşının ilâhî hikmet fasları yine O’nun zâtına ait ehadiyet isimlerinin nurlarının nebilerin hayatlarından belirişlerinden ibarettir. Nebilerin ilâhî nuru farklı renkler misali çeşitli hikmetlerle ama ilâhî haysiyetteki ahenkleri ile hayatlarından sunumları ne güzeldir.

 

Kadim Hikmet Akademisi programı içerisinde Tasavvuf alanında bu eser ikinci dönemden itibaren üç dönem okutulacaktır. Eserin ilk fassı olan Âdem Kelimesindeki İlâhî hikmet Fassı eserin bir telhisi yerinde olduğundan, hem İbnü'l Arabi tasavvufuna bir giriş hem de esere giriş bağlamında ilk dönemde bu fassın okutulmasıyla yetinilecektir. Takibeden iki dönemde ise eser tüm fasları itibariyle tam olarak okutulacaktır.




Başvurmak isteyen adaylara örnek teşkil etmesi açısından derslerimizden birisini burada yayınlıyoruz.